Türkiye’de iktisat eğitimi, ilk kez Tanzimat ertesinde ortaya çıkacak olan medrese – mektep dualizminden bir müddet önce, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane çatısı altında başladı. Mekteb-i Tıbbiye’de, serbest dersler içerisinde, bir iktisat dersinin okutulmasının öncülüğü bir hekim olan emrâz-ı dâhiliye hocası Serandi Arşizen’e aittir. Bu ilim yuvasında Serandi Arşizen, Fransızca olarak iktisat okuttu. Derslerinde, Luigi Rossi’nin Cours d’Economie Politique’den bazı kısımları esas aldı ve ortaya bir yazma iktisat kitabı kaldı. Ancak, 1860’lı yıllara değin, Türkiye’de henüz emeklemekte olan iktisat bilimi, sağlıklı bir şekilde tedris edebileceği bir bilim yuvasına kavuşamadı. Serandi Arşizen’in şahsi atılımını, Mekteb-i Mülkiye’nin kuruluşuna bağlayan zaman diliminde iktisat, bir eğitim kurumu içerisinde sistematik bir programa bağlanmamış olmasına rağmen, şahsi gayretlerle, bey-paşa konaklarında hususi dersler içerisinde okutulduğuna dair bazı tarihi kayıtlara rastlanıyor. Buna, yurt dışından Türkiye’ye gelen yabancılardan ünlü iktisatçı N. W. Senior’un Ahmed Vefik Paşa’ya iktisat okutması yanında, bazı diplomatların gayretlerini, mesela Sir Henry Layard’in bu çizgideki atılımlarını da kaydetmek gerekir.
1859 yılında, Mektebi-i Mülkiye’nin kuruluşu ile birlikte, Türkiye’de iktisat eğitiminin ilk esaslı eşiği aştığı ve bir bilim yuvasının müfredat programında yer aldığı görülüyor. Mekteb-i Mülkiye’yi, daha sonraki yıllarda kurulan Hukuk Fakültesi’nin tedrisat programlarında yer alan iktisat dersleri izleyecektir. Hukuk Fakültesi’nde okutulacak olan bu dersler, uzun soluklu bir eğitime dönüşecek olan iktisat tedrisatı için ikinci bir eşik olacaktır.
Bir eğitim kurumunun çatısı altında, ilk kez Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de, Serandi Arşizen’in şahsi gayret ve himmeti ile okutulan iktisat dersleri ile Klasik iktisat düşüncesi Türkiye’ye geldi, ama ne bir taban oluşturdu, ne de uzun soluklu bir iz bıraktı. Sadece, yapılan tercümeler, gazete sütunlarında gayri muntazam çıkan iktisada dair haber ve yazılar, dar bir münevver kuşak içerisinde, iktisada alâka duyan sayıca az ansiklopediste ışık saçtı. Mekteb-i Mülkiye’deki iktisat tedrisatı ise, sanayi-tarım tartışmasını alevlendirdi. Bu tartışmanın öncesinde, Serandi Arşizen – Sehak Abru çizgisinde iktisadi fikirler iklimimize giren Klasik iktisat düşüncesinde, J.B. Say – L. Rossi versiyonunun savunduğu iktisat politikası ‘laissez faire’ idi. Sanayi – tarım tartışması ile ‘laissez faire’e alternatif bir iktisat politikasının varlığı ortaya çıktı ve bu yolla iktisadi korumacılık, münevverlerimizin düşünce ufkuna gelmiş oldu. 1880’lerle Ohannes Paşa, 1940’lara değin elden ele dolaşacak olan mühim eseri Mebadi-i İlm-i Servet’i Mekteb-i Mülkiye öğrencileri için kaleme almıştı. Bu okulun iktisat hocalarından Sakızlı Ohannes ve Portakal Mikail Paşalar, derslerinde iktisadî liberalizmi savunuyorlardı. Bu isimlerden sonra, Mekteb-i Mülkiye çatısı altında bu düşünce çizgisi, İttihatçılar’ın ünlü maliye nazırı Mehmed Cavid Bey tarafından İlm-i İktisat derslerinde sürdürülecektir.
Cumhuriyet’in ilânı ile başlayan yeniden yapılanma süreci içerisinde ilk dolu on yıl, 1923-1933 arasında üniversiteler eğitim, köklü reformların dışında tutuldu, dolayısıyla bir programa bağlanarak ele alınmadı. Demek oluyor ki, Cumhuriyet’in ilk on yılı içerisinde iktisat tedrisatı, bir Osmanlı mirası olarak, İstanbul Darülfünunu Hukuk Fakültesi ile Mekteb-i Mülkiye’de okutuldu. Cahit Kayra’nın anılarının tanıklığında ortada iktisada dair sağlıklı bir eğitimin yapıldığını gösterir bir işaret bulunmamaktadır.
1933 Atatürk Üniversite Reformu, esasta, mevcut üniversite eğitimini teslim alan medrese zihniyetine bir son vermeyi hedeflemişti. Dolayısıyla, esaslı bir envantere ihtiyaç vardı. Bu amaçla, “Cenevre Üniversitesi pedagoji profesörü Malche, Hitler’in iktidara gelmesinden birkaç ay önce Atatürk’ten, Türk yüksekokullarının reform gereksinimlerini ve olanaklarını saptamak ve buna uygun öneriler yapmak görevini almıştı.”
Darülfünûn’la ilgili incelemelerde bulunup, Atatürk Üniversite reformu üzerine ilişkin hazırladığı raporda Profesör Albert Malche, iktisat tedrisatına da yer vermişti. Bu rapordan okuyoruz:
“…Mekteb-i Mülkiye, [İstanbul] Darülfünûn[unun] kurbüne taşındığı takdirde Hukuk Fakültesi[nde]…mevcut bulunan…iktisat, maliye ve tedrisatın mükellefiyetlerinden kurtulacağı âşikârdır.”
Raporda ayrıca, Hukuk Fakültesi için “12 sabit kürsü” tespit edilmiş, bu kürsülerden biri de “İktisat ve Fen-ni Umumi-i Mâlî”ye ayrılmıştı. Bu satırlarla, üstü örtük de olsa, bir iktisat fakültesine duyulan ihtiyacı tespit edildiği görülüyor. Zira kısa bir zamanda üniversite reformuna ilişkin rapor hazırlayan Malche’nin yaptığı bu vurgu, önemli olsa gerektir. Bundan öte, Malche raporunda, bağımsız bir iktisat fakültesi kurulması yönünde herhangi bir tavsiye bulunmamaktadır.
Öte yandan, Darülfünûn’un lâğvı ve Maarif Vekilliğince yeni bir üniversite tesisi hakkında hazırlanan kanun lâyihasının üçüncü maddesinde bir iktisat fakültesinin kurulmasına dair bir ipucu vardı. Bu maddeye göre; “İktisat Vekilliği’ne merbut iktisat fakültesinin İstanbul Üniversitesi teşkilatı arasına ithaline İcra Vekilleri Heyeti mezundur.
Özellikle, Darülfünûn’dan Üniversite’ye geçiş aşmasında, Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesiyle birlikte, “bilim adamlarının işten atılmaları da başlamıştı.” Bu meyanda, Hukuk Fakültesi bünyesinde okutulan iktisat dersleri, kahırdan bir lütûf olarak, Almanya’dan kaçan mülteci hocalara verilmişti. Wilhelm Röpke, Fritz Neumark, Alexander Rüstow, Gerhard Kessler, Alfred Isaac gibi – daha sonra bu isimlere Joseph Dobretsberger ile Umberto Ricci de katılacaktır – her biri yüz akı hocalar, ülkemizde iktisat tedrisatına çeki düzen vermişlerdi. Artık, iktisat derslerine rasyonellik damgasını vurmaya başlamıştı. Alman hocaların yanında, Türk iktisat hocalarının da isimlerini zikretmeliyiz: İbrahim Fazıl Pelin, Hüseyin Şükrü Baban, Ömer Celal Sarc ve Muhlis Ete. Ayrıca, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi bünyesinde kurulan İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü’nde yapılan derslere iktisat ve maliye yanında sosyoloji de hukuk müfredatına katılmış oldu.
1936-1937 akademik yılında, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde eğitim süresinin dört yıla çıkartılmasıyla yeni bir ders programı hazırlandı. Bu programda, hukuk derslerinin payı %84, iktisat derslerinin payı ise %16 idi. Mevcut programda, iktisat derslerinin payının bu denli düşük kalmasının yaptığı vurgu açıktı. Esasen, 1929 Dünya iktisadî krizinin etkisiyle, buhrandan dengeye geçişin çarelerinin arandığı bir ortamda, İstanbul Darülfünûnu Hukuk Fakültesi’ndeki mevcut tedrisatla somut iktisadî meselelere bir çözüm getirilemeyeceği bilinmekteydi. Kaldı ki, mahiyet ve metod ilişkisi itibariyle iktisadın hukuktan farklı bir disiplin olması, hukukun a priori yapısına karşılık, iktisat biliminde ‘norm’ kurgulamasının deneylenebilirliğe açık olması, netice itibariyle a posteriori esaslı olması, “ilmî mahiyetleri arasındaki bu farklar” dolayısıyla, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yürütülen iktisat öğretiminde öğrencinin “ekonomik ve sosyal hadise ve meseleler hakkında kâfi bir bilgi edinmesine imkân yoktur” düşüncesi, giderek ağırlık kazanmaya başladı.
Gerçi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne bağlı olarak kurulan bir ‘İktisadi ve İçtimai İlimler Enstitüsü’ vardı. Bu enstitü, bir yıllık ders ve seminerler tertip etmişti. Ancak, doktora ve sertifika programlarını izleyen öğrencilerin iktisat alanında yeterli bilgi ile teçhiz edilmedikleri, dolayısıyla buradaki “ders ve seminerlerin de bekleneni vermediği görülmüştür.”
1930’ların konjonktürel gerçeği, iktisadî buhranın aşılması için, iktisatçılar tarafından sağlıklı prospektüslerin yazılması gereğini ortaya koymuştu. Bu bilimsel gerçek, Türkiye’nin somut gerçeğine taşınınca, iktisadi gelişmenin sanayileşme ile hızlanacağı inancı, iktisat eğitiminde yeni dalların tedris edilmesi zaruretini ortaya çıkardı. Sosyoloji, konjonktür teorisi, iktisadi doktrinler tarihi, sosyal siyaset, iktisat tarihi gibi derslere Hukuk Fakültesi’nin programında yer verilmesi düşünülemezdi. Yeni bir İktisat Fakültesinin kurulması, bir manada, İstanbul Üniversitesi bünyesinde mevcut Hukuk Fakültesi’nde tedris edilen iktisat dersleri yükünün ağırlaştırılmış olarak, bir başka fakülteye devredilmesi demekti. Ancak, mevcut eğitim kurumları içerisinde özerk bir yapıya kavuşmuş iktisat eğitimi veren bir kurum yoktu. Görüldüğü gibi, iktisatçıya duyulan ihtiyaç, özerk bir İktisat Fakültesinin kurulmasını gerektirmekteydi. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’na göre, bir iktisat fakültesinin kurulmasını gerekli sebeplerden biri de “yeni bir terkibe intizar eden araştırma malzemesinin gittikçe çoğalması olmuştur.”
Mehmed Emin Erişirgil de, bu oluşumu, hukuk tedrisatının içinde boy gösteremeyen iktisat biliminin, bağımsız bir kurum içinde okutulması gereğini, “hukuk tedrisatının koltuğu altında kalmayacak” bir fakülteye duyulan ihtiyaç şeklinde vurgulamıştı. Esasen, düşünce ve dilekler de bu istikametteydi. Öte yandan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Türk ve Alman iktisatçı hocalardan teşekkül eden mevcut kadrodan hareketle, yeni bir fakülte kurulması mümkün olduğu görülüyordu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı, mevcut bölünmeyi “takdir ederek” bir rapor hazırlanmasını istemiş, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Meclisi de bu raporun hazırlanması için İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü Müdürü Profesör Fritz Neumark’ı görevlendirmişti. Neumark, Temmuz 1936’da raporunu İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne sunmuş ve hazırladığı raporda İktisat Fakültesi’nin kurulmasına duyulan ihtiyacı şu sözlerle dile getirmiştir.
“…Yeni Türkiye’de de son zamanlarda bu gibi elemanlara (yüksek tahsil görmüş iktisatçılara) karşı aynı ihtiyaç kendini hissettirdi. Türk iktisadının asrileştirilmesi, bilhassa devlet tarafından teşvik edilen sanayileşme hareketi, işte bütün bunlar burada da iktisadın iyi bir terbiye görmüş ilim adamlarının yetişmesini zaruri kılmaktadır. Memlekette, bu güne kadarki tahsil metodları ile bu zarureti hakkıyla karşılamak ise mümkün değildir….Bahusus bu ihtiyaç, sanayileşme ve etatizm ile muvazi olarak gittikçe fazlalaşacağına göre, yabancı memleketlerde tahsil görmüş üç beş kişi ile karşılamak tamamıyla imkânsızdır.”
Neumark Raporu’nda, İstanbul Üniversitesi Hukuk ve Edebiyat Fakülteleri’nde iktisat tedrisatı ile ilgili kürsülerde bulunan öğretim üyelerinin kurulacak İktisat Fakültesi’ne aktarılmasıyla öğretim kadrosunda bir sıkıntının yaşanmayacağı belirtildikten sonra, üç iktisat kürsüsü (başkanları: Hüseyin Şükrü Baban, Fritz Neumark, Wilhelm Röpke), bir mâliye ve istatistik kürsüsü (başkanları: İbrahim Fazıl Pelin, Ömer Calâl Sarc), bir sosyoloji ve sosyal siyaset kürsüsü (kürsü başkanı: Gerhard Kessler) ile bir iktisat tarihi ve iktisadı coğrafya kürsüsünün (kürsü başkanı: Alexander Rüstow) kurulmasını teklif etmiş; ayrıca bir işletme iktisadı kürsünün kurulmasını da istemiştir. Bu rapora göre ayrıca, İktisat Fakültesi öğrencilerinin hukuk derslerini Hukuk Fakültesi’nde görmeleri istenmiştir. Neumark Raporu’nun daha sonraki kısımlarında, iktisat lisans ders programı ile sınavları konusuna ilave olarak doktora programına ilişkin görüşlere yer verilmiştir.
Neumark Raporu, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderilmiş, yapılan inceleme ve yazışmalar sonucunda konu, Bakanlar Kurulu’nda ele alınmış ve 14/12/1936 tarih ve 2/5719 sayılı kararname ile İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin kurulması uygun görülmüştür. Alınan karar, dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan tarafından 21/12/1936 tarihli yazı ile İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’ne bildirilmiştir. Buna göre;
“…Memleketimizde başlayan yeni iktisadi inkişaf dolayısıyla devletin sınaî ve tüccarî birçok yeni işletmeler kurduğu göz önüne alınarak, bu işletmeler için tam hazırlıklı elemanlar yetiştirmek ve iktisadî bünyemizde esaslı ilmî araştırmalar yapmak üzere İstanbul Üniversitesi’nde bir İktisat Fakültesi açılmıştır.”
Bakanlık ayrıca, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin ilk kurucu dekanlığına Profesör Ömer Celâl Sarc’ı tayin etmiş, Fakülte programını da belirlemiştir. 14/12/1936 tarihinde açılan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, hazırlanan tedrisat programına göre, ilk yıl okutulacak iktisat dersleri şunlardı: İktisat Teorisi; İktisadi Coğrafya; Türkiye İktisadının Bünyesi; Ekonomik ve Sosyal Tarih. Bu program içerisinde okutulacak hukuk derslerinin oranı %60’a yakındı. Öğrenci kayıtlarına hemen geçilmiş, 1936-1937 ders yılında 118 öğrencinin kaydı yapılmıştır. Fakülte’nin açılış töreni 04/02/1937 günü gerçekleşmiş ve 05/02/1937 günü de iktisat tedrisatına başlanmıştır.
04/02/1937 Perşembe günü, saat 17’de Hukuk Fakültesi 1 nolu dershanede, çok sayıda akademisyenin katılımıyla yapılan törenle resmen açılmış oldu. İstanbul Üniversitesi Rektörü Profesör Cemil Bilsel, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin açılışı münasebetiyle bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan aktaracak olursak:
“…[1933’de] açılan İstanbul Üniversitesi, dört fakülte ile iki mektepten ibaret olarak kurulmuş ve bunun içine de bir İktisat Fakültesi konmamıştır. Yalnız, Hukuk Fakültesi’ne bağlı bir İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü kurulmuştu. Fakat, bunun kâfi gelmediği görüldü….Geçen yıl [1936] ortalarında Garplı ve yerli on meslektaşımla programlar üzerinde uzun çalışmalarda vardığımız netice, hukuk ve iktisadın ayrılması olduğudur. Hazırlanan rapor üzerine, Üniversite’de ayrı bir İktisat Fakültesi açılması, Bakanlık’tan Başvekâlet’e arz edildi. İcra Vekilleri Heyeti’nin kararı üzerine, Büyük Reisicumhur’un tasvibine de iktiran etti. Buna istinaden beyan ediyorum: İktisat Fakültesi açılmıştır, kutlu olsun….Hayatın bütün sahalarına müsmir ve müessir olacak, rasyonel düşünür, iktisat ilminde ihatalı ve bilgili olgun genç elemanlar yetiştirmek, işte yeni Fakülte’nin sebep ve gayesi bunlardır.”
Rektör Cemil Bilsel’den sonra Fakülte’nin kurucu dekanı olarak Profesör Ömer Celâl Sarc da bir konuşma yaptı. Onun açılış konuşmasından aktaracak olursak:
“…İktisat bilgisi, iktisadi hadiselerin mudilleşmesi nispetinde genişlemiş ve tesaüp etmiştir. Artık bu bilginin tahsilini başka disiplinlerin çerçevesine sığdırmağa imkân kalmamıştır. Bu sebeple, eskiden hukuk ve felsefe gibi şubeler içinde okutulan iktisat ilmi, belli başlı memleketlerde müstakil bir tahsil mevzuu olmuş ve üniversitelerde iktisadi hayatta çalışacak olanları hazırlayan müstakil iktisat tahsil şubeleri, fakülteler kurulmuştur….Yeni Fakülte’ye memleketimizin ekonomik inkişâfını hazırlamak hususunda çok mühim vazifeler düşmektedir. İktisat Fakültesi,…genç Türk iktisatçılarını yetiştirecektir. Ayrıca da, istikbâlin Türk iktisat profesör ve âlimlerini hazırlayacaktır.”
Bu açılış konuşmalarından sonra ilk ders, açılış dersi olarak Profesör Gerhard Kessler tarafından verilmiş, dersin Türkçeye aktarımını da Sabri Ülgener yapmıştır. Kessler dersini şu sözlerle tamamlamıştır.
“…Ekonomi siyaseti, metaları düşünüyorsa unutmamak lazımdır ki, sosyal siyaset te insanları düşünür. Yeni İktisat Fakültesi’nde üniversite okurlarımız her iki disiplini de layıkıyla görürler ve öğrenirlerse, bundan yine fazlasıyla istifade edecek memleketimizin iktisat ve cemiyet hayatı olacaktır.”
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin kuruluşunu kutlayan ilk coşku dolu yazı, Şubat 1937’de Profesör Z. F. Fındıkoğlu’ndan geldi. Fındıkoğlu, çiçeği burnunda bu Fakülte’nin ileriye dönük hedefinin ne olması gerektiğini şöyle dile getirmiştir:
“…Yeni bir fakülte kurarken, fakülte fikriyle, fakültenin kurulduğu milli toprak arasında kopmayan ve çözülmeyen bir bağ tesis etmelidir. Fransız Gide ile Alman Sombart’ın veya şu veya bu iktisatçının mukallidi kalan iktisatçılık ve iktisat tedrisatı yapmak yerine, Avrupalı iktisat âliminin yalnız usul ve görüşünü alarak bunu bu memleketin, bu toprağın ihtiyaçlarına tatbik etmek zihniyeti yaratılmalıdır….Kısacası, bu yeni Fakülte, Türkiye’nin iktisadi ve içtimai yapısını ilim silahı ile aydınlatacak bir bilgi yurdu olabilir….Bu düşüncelerin kuvveden fiile çıktığını görmek ümidi ile şimdiden sevinirken, yeni Fakülte’ye hayırlı bir istikbâl temenni eder[im].”
İktisat Fakültesi’nin öğretim kadrosu Türk ve Alman hocalardan müteşekkildi. “Önceleri sekiz kürsülük İktisat Fakültesi’nin beşi yabancı profesörlerden, üçü Türk profesörden kurulu idi.” Ancak, H. Peukart’a göre Fakülte’de dersler;
“…Neredeyse, tamamen yabancı öğretim gücü ile yürütülmekteydi. Burada çoğunlukla Yahudi olmayan Alman göçmenler ders vermekteydi.”
Dersler, İstanbul Üniversitesi’nde ‘Merkez Bina’da başladı. Fritz Neumark’ın Türkiye anılarından zikredecek olursak:
“…Başlarda hukukçular ve iktisatçılar için Fakülte’de ders yeri ve çalışma odası konusunda sorun olmadı. Hukuk Fakültesi (ve ayrılmasından sonra İktisat Fakültesi) eski İstanbul’da Bayezit Meydanı’ndaki eski büyük bina idi….Ayrı bir İktisat Fakültesi’nin kurulmasından sonra bizim derslerde fazla bir değişiklik olmadı. Hukuk Fakültesi öğrencileri zorunlu olarak bir dizi iktisat dersi uygulaması almaya devam ettiler.”
Neumark’ın anılarının aydınlığında, Fakülte’nin kuruluşunun ilk yıllarında Alman hocaların derslerini nasıl yaptıklarını okuyalım:
“…Peki, derslerde ve seminerlerde ne yapıyorduk? Burada, aynı zamanda asistanlarımız olan tercümanlara uzun süre ihtiyacımız oldu ki, bu tercümanlık işinde doçentler de yardımcı oldular. Ancak, bunların kesinlikle hepsi tam çeviri yapacak kadar Almanca bilmiyorlardı, daha çok Fransızca – ya da daha ender – İngilizce anlıyorlardı. İş arkadaşlarımız [Ömer Celâl] Sarc ve [Muhlis] Ete Almancayı tam olarak anlayıp konuşabildiklerinden, Röpke ve ben başlangıçta epey rahat ettik. Ne var ki, bir müddet sonra…bize gönderilen tercümanın dil bilgisine göre derslerimizi bazen Almanca, bazen Fransızca ve bazen de İngilizce vermek zorunda kaldık….Kısacası, bu çeviri sistemi yavaş yavaş bir işkence olmaya başlamıştı.”
Yeni Fakülte’nin ders programının dişe dokunur kısmı hukuk derslerine ayrılmıştı. Hukuk derslerinin ilk yıldaki payı %59, ikinci sınıfta ise %36 idi. Bazı iktisat dersleri de ilk kez programa alınmıştı. Bu dersler şunlardı. ‘Türkiye Ekonomisinin Bünyesi’; ‘Ekonomik ve Sosyal Tarih’; ‘İktisadi Doktrinler Tarihi’; ‘Uluslararsı Ticaret’; ‘Konjonktür ve Buhranlar’; ‘Ziraat ve Sanayi Siyaseti’; ‘Ulaştırma Ekonomisi’; ‘İktisat Sistemleri ve Köy Meselesi’; ‘Türkiye Mâliye Tarihi’.
Fakülte’nin açılışı, aydınlar arasında sıcak bir kabul buldu. Cumhuriyet Hükümeti’nin İktisat Fakültesi’nin kurulması yönünde aldığı kararın isabetini Osman Nuri Ergin şu sözlerle dile getirmişti:
“…Bu teşkilatta hukuk ve iktisadî bilgilerin ayrılmış olması ihtisas ve iş bölümü bakımından çok yerindedir.”
Açılışından iki yıl sonra, 1939’da İstanbul Üniversitesi Rektörü Profesör Cemil Bilsel, İktisat Fakültesi’ne ilişkin olarak şu değerlendirmeyi yapıyordu:
“…Üniversite, İktisat Fakültesi’ni memleketin temelli bir ihtiyacını karşılamak inanıyla kurmuştu. Fakülte’nin bugüne kadar gördüğü rağbet, bu inanı teyit etti….Yeni kurulan bir fakültenin gördüğü bu rağbet, memleketin iktisadi kalkınma yolundaki hamlesinin kuvvetine delalet eder.”
Kuruluşunun onuncu yılında İktisat Fakültesi’nin kuruluş gayesi ile üstlendiği misyonun değerlendirmesini tarihî bir perspektif içerisinde yapan rahmetli hocamız Z. F. Fındıkoğlu’nu zikrediyoruz:
“… [İktisat Fakültesi,] Tanzimat öncesi devrin ‘ilm-i tedbir-i menzil’inden ilk defa bahseden mütefekkir ile başlayan uzun bir devrenin mahsulüdür….İstanbul Üniversitesi kadrosu içinde bu yeni müessesenin doğuşu, ilim hayatımızın istediği différenciation’a bir cevap teşkil eylemiştir….1936, işte hukukî ilimler bütünü içindeki iktisadî ilimler parçasının pek tabii bir seyir ile ayrıldığı, ayrı bir bütün olarak taazzuv eylediği, tekâmül felsefesinin ifadesiyle ‘différenciation-tekalüf-farklılaşma’ya uğradığı bir devrin başlangıcıdır.”
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin kuruluşundan bugüne 80 yıl geride kaldı. Fakülte’nin bu geçen yıllar içinde, çağdaş iktisat düşüncesine ve aksiyonda Türk ekonomisine sağladığı başarı ve katkıların bir dökümü, Ö. C. Sarc ve Z. F. Fındıkoğlu’nun dilek ve temennilerinin aydınlığında, incelenmelidir. Bu ise, başlı başına zor ve zahmetli bir araştırma konusudur. Sadece bir ipucu olarak, F. Neumark’ın Türkiye anılarında mülteci Alman hocaların kendilerine tevdi edilen görevleri yerine getirme bağlamında yaptığı değerlendirmeler oldukça ufuk açıcıdır. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin ülkemize iktisatçıların yetiştirilmesi ile iktisat eğitimini tabana ulaştırmayı başardığını, bu yolla eğitimin demokratizasyonuna ihmal edilemeyecek katkıda bulunduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Görünen odur ki, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, 80 yılın bu başarı grafiğiyle, geleceğin 100. yılını da kutlamaya adaydır.
Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar